Çocukluğumdan beri Kuzey’in depresif ve soğuk coğrafyasına inanılmaz bir ilgi duyuyorum. 25. yaşımın ortasında, hayatımın aşkı dediğim adamla yıllardır beklediğim anı sonunda yaşıyorum: İskandinavya! Bu gezinin hayalimin ötesinde bir evlilik teklifiyle taçlanacağını da bilemezdim tabii ki.
Yıllardır kuzey ışıkları fenomeni için aklımdaki bölge Finlandiya’nın Laponya’sıydı aslında. Son birkaç yıldır rotamızı Norveç’in tam kuzeyine çektik. Bunun sebebi Tromsø’nün coğrafi konumu sebebiyle Kuzey Kutbu’na yakın diğer bölgelerden daha ılıman bir iklime sahip olması. Karasal iklimin hakim olduğu Finlandiya topraklarında geceleri soğuk dayanılmaz boyutlara ulaşabiliyor.
Hazırlıklarımız çok heyecanlı geçti. Kuzey’e gitmek istememin temel sebebi tahmin edilebileceği gibi aurora borealis de denilen kuzey ışıklarını izlemek. Bu konuda internette saatlerce yaptığım araştırmaların hemen hepsi yalnızca ışıkları görme umuduyla gitmememiz gerektiği yönünde oldu. Son zamanlarda popülerleşmesiyle hemen herkesin hayali haline gelmiş olan aurora borealis için uygun zamanlamayı yapıp bütçenizi ayarlasanız ve binlerce kilometre uçsanız dahi yüzünü ne zaman yeryüzüne döneceği ne yazık ki hiç belli olmuyor. Bu ihtimali maksimuma çekmek için gidilmesi gereken zaman aralığı Eylül – Mart arası. Işıkların en güçlü zamanları ise Eylül – Ekim, Ocak – Mart.
Doğa yüzümüze gülmezse hayal kırıklığını minimuma çekmek istediğimizden bize Arktik toprakların büyüleyici güzelliğini gösterecek bir etkinlik rotası oluşturduk kendimize.
Yolda
11 Şubat 2019. 3 farklı uçağa bindik ve 2 aktarma yaptık. Rotamız İstanbul – Frankfurt – Oslo – Tromsø şeklindeydi. Rötarlar ve aktarma süreleriyle bu rota yaklaşık 17 saate ulaştı. Uçağı seçerken Tromsø’ye inişi özellikle akşama denk getirmeye çalıştım ve check-in’i cam kenarından yaptım. Uçakta bulutların üzerinde olacağım için Aurora aktivasyonu durumunda ışıkları camdan izleyebileceğimi düşündüm ki öyle oldu. Tromsø, tüm yorgunluğuma ve açlığıma rağmen beni Kuzey Işıkları’yla karşıladı.
Kalacağımız yeri Airbnb’den, kuzey ışıklarını yakalama ihtimalini maksimuma çekmek için 7 gecelik kiraladık. Müstakil bir evin muhtemelen garajı olan zemin kat, bir daireye çevrilmiş. İniş yaptığımızda inanılmaz kar yağıyordu ve hemen üst katta oturan ev sahibimiz Cecilia bizi karşıladı. Eşi Stein ile güler yüzlü insanlardı ve ev, romantik bir İskandinavya tatili için harika seçimdi.
Tromsø
Bu Kuzey Avrupa’nın göz bebeği büyülü Tromsø (yerlilerin telaffuz şekli “Tğomsö” şeklinde), yıllar yılı kırtasiyelerde gördüğümüz kartpostallardaki o üçgen çatılı, kutu gibi, rengarenk evlerin üzerine yağmış kar görüntüsünden yapılma kompakt bir kent. Popülasyonu yaklaşık 70.000’lerde olan kent her yere de yürüyerek gidilebilecek kadar ufak bir yer aslında. İstanbul gibi iki yakadan oluşuyor, ancak bağlantı köprüsünü yaklaşık 10 dakikada yürüyerek geçebiliyorsunuz. Bizim evimiz şehir merkezi yakasının tepesinde kalıyordu, mimarisi ve akustiğiyle ünlü Arctic Cathedral ise şehrin daha az turistik olan diğer kısmında, Tromsø manzarasını izlemek isteyenler için dağa doğru uzanan teleferik Fjallheisen de arkasında kalıyor.
Vardığımız gecenin ertesi gününe beklenmedik, ekstrem bir rötar ihtimalini göz önünde bulundurarak herhangi bir tur satın almadık, dolayısıyla o gün bize kaldı. Şehir merkezine indik ve Tromsø’nün birbirinden güzel kutu gibi evlerinin, dükkanlarının ve sıcakkanlı insanlarının arasında kaybolduk.
Storgata, Tromso
Şehirde herkes akıcı bir şekilde İngilizce konuşuyor, herhangi bir sorunuza yanıt bulamamanız imkansız. Limandaki Hurtigruten isimli cruise gemisini ziyaret ettik. Pasaportunuzu göstererek içeriyi gezebiliyorsunuz ve içeride bulunan büyük camlarından şehrin diğer yakasının manzarası muhteşem.
Kaldığımız süre içerisinde lapa lapa karı da, güneşi de, yağmurlu fırtınayı da tecrübe ettik. Özellikle karın üstüne yağmur yağdığında yerler resmen buz pisti oluyor ve inişli çıkışlı Tromsø kentinde “shoe spike” dedikleri bot çivileri olmadan yürüyebilmek imkansız. Yine de spor ayakkabısıyla kaya kaya dengesini koruyarak gezinen çok Norveçli gördük. Biz tüm Güneyliliğimizle hastanelik olmak istemediğimiz için ev sahibinin daireye bizim için bıraktığı çivileri kullandık.
Arctic Cathedral
Tromsø Köprüsü ve Arktik Katedral
Şehrin diğer yarısına konumlanmış katedrali şehir merkezinin sahilinden görmek mümkün. Kentin silüetine çok yakışan bir mimarisi var. Üçgen formuyla Norveç’in dağlarını andıran modern yapı aynı zamanda akustiğiyle ünlü ve geceleri saat 23.00’ten itibaren çeşitli konserlere ev sahipliği yapıyor.
Kuzey Işıkları
Kuzey Işıkları Avı, 1. Gün
Enontekiö, Finlandiya
Kuzeyliler, kuzey ışıklarını Kuzey’in Kraliçesi olarak adlandırıyorlar ve Lady Aurora, Green Lady gibi isimlerle sesleniyorlar O’na. Ev sahibimiz Stein, küçükken kuzey ışıklarına el sallarlarsa ışıkların onları yakalayıp götüreceğine dair bir inanışa sahip olduklarından da bahsetti
13 Şubat, ışıklar için ilk tur günümüzdü. Tura para vermek istemeyenler için şehir merkezinde yakın Prestvannet Gölü var. Işıkları izlemek isteyen kent yerlileri ve turistler genellikle oraya gidiyorlar. 22.00 – 03.00 arası ışıkları yakalayabilmek için en garanti saatler. Kent ışıklarından mümkün olduğunca uzak olmak gerekiyor ve havanın da bulutsuz olması lazım. Eğer şartlar bunu karşılamıyorsa tur şirketleri devreye giriyor. Görevleri Tromsø’de hava kapalıysa uygun hava şartlarına sahip bir konum bularak bu doğa gösterisini turistlere izletmek.
Saat 18.00’e doğru Chasing Lights’a adım attık. Chasing Lights, Trip Advisor’da en iyi puanlamaya sahip tur şirketi ve her yönden çok memnun kaldık. Çeşitli turlar mevcut ve bu tura “chase” diyorlar çünkü akşam 18.00’den gece yarısı 03.00’e kadar süren, bir çeşit kuzey ışıkları avcılığı yapılıyor. Tur rehberleri yolcuları tercih edilen tur tipine göre minibüse ya da otobüse bindiriyor ve ellerindeki cihazla havanın en açık olduğu, bulutun olmadığı, ayın en görünür olduğu yeri uydudan takip ederek şoförü yönlendiriyor.
Yola çıktık. Rehberimiz Mick, bizi Finlandiya sınırına kadar götüreceğini söyledi. Birkaç yerde durduk, havayı kontrol etmek için dışarı çıktılar ancak hiçbir şey göremediklerini söylediler. Ümit vadetmeyen hava şartları bizi başka destinasyonlara sürüklemeye başladı. Saatler geçti. Fiziksel bir efor harcamasam da bütün gün maruz kaldığım soğuktan ve otobüs yolculuğundan dolayı aşırı yorgundum. 22.00 gibi Norveç – Finlandiya sınırını geçtik, Enontekiö adı verilen bölgede durduk. Burası bir yol kenarı, yolun ismi ise Käsivarrentie. Otobüsten indik, ancak hem görünürde hiçbir şey yoktu hem de hava çok soğuktu, dışarıda fazla durmayarak otobüse geri bindim. Dışarıda ateş yakıldı, ara ara giriş çıkışlar yaptım ama artık sadece uyumak istiyordum resmen.
Saat 23.00. Otobüse tekrar geçtim ve üstümdeki fazlalıkları çıkartmaya karar verdim ki dışarıdan alkışlar ve çığlıklar gelmeye başladı. Koşarak dışarı çıktım, yukarı baktım. Oradaydı gerçekten. Genellikle başlangıçta ince bir silüet halinde görünen Aurora Borealis, başlar başlamaz tüm canlılığıyla dans etmeye başladı. O kadar heyecanlandım ki biraz ağlamış olabilirim. Burak’a döndüm, inanmıyorum, dedim ya, buradayız şu an inanabiliyor musun buna, şuna baksana! İşte o an aldım evlenme teklifini. Yüzüğü parmağıma taktıktan sonra Lady Aurora dansını izlemeye devam ettik.
Kuzey Işıkları Avı, 2. Gün
Kuzey Norveç
İlk günden bu kadar hareketli bir aktivite görebilmiş olmak konusunda ne kadar şanslı olduğumuzu konuşurken, bir sonraki tur o kadar hareketli geçmedi. İkinci turda rehberimiz bizi daha kuzeyde bir açıklığa götürdü. Eklemek istiyorum ki açık havada görünen manzara beni hayatta bu kadar büyüleyen nadir şeyden biri. En az ışıklar kadar etkileyici, çünkü coğrafi olarak dünyanın tam tepesindesiniz ve yıldızlara çok yakınsınız.
O gece, ufukta yeşil bir bant şeklini alan ışıklar, ilk günkü kadar canlı renkleri ve dansıyla göz doldurmadı bu sefer. Yeşil bant, çok geçmeden kayboldu. Birkaç saat oyalanıp yemek yedikten sonra rehberimiz bu gece Aurora aktivitesinden umutsuz olduğunu, elindeki verilerin de bunu kanıtladığını söyledi ve turu tamamlayarak şehre geri döndük.
Grøtfjord
Norveç Doğası
Ertesi gün, yine Chasing Lights’ın düzenlediği Arctic Fjords Tour‘a katıldık. Etkinliğin amacı katılımcılara minibüsle civardaki fiyortları gezdirmek ve Norveç doğasıyla buluşturmak. Bu turu yapmak bu gezide verdiğimiz net en iyi karardı, çünkü Norveç’in akıl almaz güzellikteki doğasını iliklerimize kadar yaşadık. Rotamız öncelikle Kvaløya, Håkøya’daki Tirpitz savaş gemisinin anıtını ziyaret etmek oldu. Tarih meraklıları için İkinci Dünya Savaşı’nda savaş gemilerinin fiyortları nasıl kullandığıyla ilgili birtakım bilgiler veriliyor.
Ardından minibüse bindik ve kısa süre sonra yolda Ren geyikleriyle karşılaştık. Yabani bir hayvan türü olmasına rağmen biri çok yakınımızdan tüm sakinliğiyle, ağır ağır yürüyerek yoluna devam etti. Yolculuğun devamında donmuş bir göle doğru sürüş yaptık ve Grøtfjord (Büyük Fiyort)’a geldik. Burası kocaman bir sahil ve hayatımın sonuna kadar her bir saniyesini asla unutamayacağım, görsel bir şölen sunuyor.
Grøtfjord
Sahilde tekerlekten yapılmış salıncaklar var ve manzaraya karşı sallanabiliyorsunuz. Burada koştuk, üşüdük, çaylarımızı ve sıcak çikolatalarımızı içtik, ardından bir başka manzara görmek üzere ufak Rekvik Kasabası‘na gittik. Bu kasabanın nüfusu 2 kişiymiş, ancak geçtiğimiz yıllarda 1 kişinin ölmesi sonucu 1’e düşmüş. Tromsø gazeteleri bu olayı “Geçtiğimiz yıl Rekvik nüfusunun %50’si hayatını kaybetti.” şeklinde yansıtmış ki Tromsø’lüler bu habere hala çok gülüyor.
Yolculuğumuzda bir sonraki durak, Grøtfjord’un bir başka yakası oldu. Burası da nefes kesen bir manzara sunuyor insana. Benim izlemekten en çok keyif aldığım manzara burası. Kum, taşlar, yosunlar, karlı dağlar ve uzaklardaki küçük, kırmızı prefabrik evler gerçek ötesi bir güzelliğe sahip. Bu durakta, deniz kenarında kumlara post serip ateş yakarak öğle yemeklerimizi yedik. Ben geleneksel balık çorbası, Burak Brunswick stew dedikleri domatesli ve sebzeli bir çorba içti. Tromsø’ye dönerken son rotamız, harika Ersfjord manzarasının izlenebildiği yer oldu. Hiking severlerin spor için tercih ettiği engin dağların önüne serpilmiş ufak çam ağaçlarının önünde fotoğraflar çektirildi.
Samiler (Laponlar) ve Ren Geyiği Turizmi
Samiler, Kuzey Kutbu’nun yerlileri ve geçimlerinin yaklaşık %90’ını Ren geyiği yetiştiriciliğiyle sağlıyorlar. Tromsø’de görebileceğiniz hemen hemen tüm geyikler onlara ait. Doğada var olanlar dahil. Onlardan başka kimse geyikler üzerinde hak iddia edemiyor yani. Tromsø merkezde yer alan tur şirketlerinin çoğunda Tromsø Arctic Reindeer Tour ibaresi mevcut. Eğer geyiklerle yakından tanışmak, onları beslemek, kızak gezintisine katılmak ve geleneksel Ren geyiği yemeği yemek istiyorsanız katılacağınız tur bu. Biz bu turu merkezdeki kiliseye yakın, Radisson Blu’nun arkasında kalan Pukka’dan satın aldık. Ertesi gün saat 13.00’te Radisson Blu’nun önünden kalkan otobüsle bir Sami ailesinin şehir dışında kalan geyik çiftliğine doğru yola çıktık. Bu turda üç farklı opsiyon var: Ren geyiklerini sadece besleme, 15 dakika kızak turu + besleme, 30 dakika kızak turu + besleme.
Vardığımızda Sami ailesinden birkaç üye geleneksel kıyafetleriyle bizi karşıladı ve çadırlarına buyur ettiler. Tanıştıklarımızın hepsi gayet iyi İngilizce konuşuyordu, modern dünyadan kopuk yaşayan bir topluluk gibi değiller. Çadırda oturma bölgeleri dairesel konumlandırılmış ve ortasında bir ateş var. Samilerden biri bu geyik çiftliğinde gün içerisinde neler yapacağımızdan bahsettikten sonra bizi geyikleri beslememiz için dışarı aldılar. Herkes sırasıyla birer kova yem aldı ve yaklaşık 400 geyiğin bulunduğu çiftliğe giriş yaptık.
Gerçekten çok eğlenceli ancak bir o kadar da gerilimli bir aktivite. Geyikler insanların ziyaretine alışkın oldukları için gayet sakinler ve tek dertleri kovanızdaki yemi yemek aslında. Bazı geyiklerin boynuzları çok uzun ve ters bir hareket yapmasından ara ara korkan ben kovayı sakince yere bırakıp çekildim. Doyan geyik alandan uzaklaşıyor, siz de başka geyiklere ilerleyebiliyorsunuz. Gün içerisinde çiftlikte zaman zaman çadırların içerisine girebiliyorsunuz, çay ve kahve servisi var. Yemek için vejetaryen ve glutensiz opsiyonlar var. Geleneksel yemekleri daha çok çorba gibi; salça, et ve sebzeden oluşuyor.
Kızak turları da aynı bölge içerisinde gerçekleşiyor. Yaklaşık 10 kızak ve her kızağın başında iki geyik var. Bunların hepsi birbirine bağlı ve kuyruğun en başında bir Sami onları yönlendiriyor. Ziyaretçiler kürk serili kızakların içerisine oturuyorlar ve gezinti bu şekilde sürüyor. Aslında biz başlı başına bu kızak turizminden rahatsızlık duyduk diyebilirim. Samiler, günlük hayatlarında kullanabilmek için içlerinden seçtikleri, güçlü gördükleri geyikleri bebeklikten itibaren bir binek hayvanı olarak yetiştiriyorlar, ama mevcut hava şartlarında kızağı çekmek onları zorlayan bir aktivite gibi göründü bize. Geyikleri beslemek 10 kat daha eğlenceli bir aktivite.
Akşama doğru en başta davet edildiğimiz çadıra geri çağrıldık ve bize biraz kültürlerinden bahsettiler. Bu soğuk hava şartlarında hayatlarını sürdürebilmek için en güçlü kalkanları geyik postu. Hemen hemen her şeyleri geyik postundan yapılma ve bunlar hiçbir şekilde soğuk ve rüzgar geçirmiyor. Geleneksel kıyafetlerinin üzerinde bir kemerleri var ve bu kemerlerin üzerindeki düğmelerin şekli ve büyüklüğü, onların bekar ya da evli olduklarını ifade ediyor. Yeleklerinin arkasında bulunan desen ise hangi Sami ailesine mensup oldukları hakkında ilk bakışta bilgi veriyor. Yani iki Sami birbiriyle karşılaştığında birbirlerinin kim olduğunu aksesuarlarından anlayabiliyorlar. Bir Samiyi tanımanın bir diğer yolu da elmacık kemikleri. Gözlerinin hemen altında küçük topçuklar şeklinde çıkıntılar var ve bu da ilk bakışta fark edilen bir özellik.
Bu geziyi kamp ateşinin etrafında, sıcak çay, kahve ve sıcak çikolatalarla dinlediğimiz Sami hikayelerinin ardından joik adını verdikleri geleneksel Sami şarkılarından birini beraber söyleyerek sonlandırdık.
Prestvannet Gölü
Prestvannet & Fjellheisen
Son tatil günümüz Pazar’a denk geliyordu. Neredeyse tüm dükkanlar ve restoranların kapalı olduğu bu gün şehrin keyfini son kez çıkarttık. Güneşli bir gündü ve biz de sabahtan, geceleri kuzey ışıklarını misafir eden Prestvannet Gölü’ne gittik. Evimize 15 dakika yürüyüş mesafesinde bu bölge insanı resmen Narnia hikayesinin içine atıyor. Ağaç dallarının arasına serpilmiş beyazlıklar, dalların arasından yüze vuran ve hafifçe parıldayan güneş… Mükemmel bir manzaraya sahip. Göl, karla örtülü olduğu için göremiyorsunuz, ancak etrafı ağaçlıklı ve ağaçların arasından yürüyüş yapabiliyorsunuz. Gölün diğer tarafında sıra sıra rengarenk prefabrik evler var. Buraya pek çok Norveçli kayaklarıyla geliyor, ancak yaya olarak da rahatlıkla yürüyebilirsiniz göl etrafında. Burayı gördükten sonra yolumuzun üzerindeki kaldığımız yere tekrar uğradık, uçak için check-in’leri yaptık ve şehir merkezine indik.
Bugün için aynı zamanda Fjellheisen isimli teleferiği ziyaret etme planı yapmıştık bu sebeple şehrin diğer yakasına yürüdük. Katedralin önünden birilerine sorarsanız 15 dakikalık yürüme mesafesi diyecektir ancak bu pek doğru değil. Gidişte çok fazla yokuş çıkılıyor ve bizim oraya varmamız yarım saatten fazla sürdü. Dönüş çok daha kısaydı. Tabelalar gayet yönlendirici, yani Fjellheisen’in kapısına varana kadar yol sormak gibi bir sorun yok. Vardığımıza uzun bir kuyruk bizi karşıladı ve bu durumdan pek hoşnut kalmadık, ancak asıl sürprizin bizi dağa çıkınca karşılayacağını bilmiyorduk. Aşağıda kuyruk hızla eridi, biletimizi aldık ve 15 dakika gibi bir sürede binebildik teleferiğe.
Teleferiğin yukarı çıkması yaklaşık 2.5 dakika sürüyor ve halihazırda şehir manzarasını izleyebiliyorsunuz. Yukarıda çok daha büyük bir açık hava terası var. Normalde bu alanda tüm şehir ayaklarınızın altında, ancak biz yukarı çıktığımızda tipi başlamıştı ve göz gözü görmüyordu. Maalesef hiçbir şey göremedik. Yukarıda aynı zamanda bir cafe var ve bu cafe çok kalabalık. Asıl sürpriz ise cafenin içini adım adım dolanan şey: Geri dönüş kuyruğu! Masaların arasında insanlar kuyruğa girmiş, aynı yılan oyunu gibi yani. Biz bu kuyruğa girsek gece yarısı ancak aşağı inebiliriz diye düşünerek sıraya girdik. Yaklaşık 30 dakika kadar bekledik. Dönüşte teleferikte manzara çok güzeldi. Akşam ışıklarını yakan şehir, rengarenk prefabrik evler ve yine insanı şaşırmaktan alıkoyamayan bir kartpostal görüntüsü. Gerçek olmak için fazla güzel bu topraklar.
Supermarket Joker, Tromso
Yeme – İçme
Kaldığımız süre boyunca çay ve kahve için cafe’lerde oturmak dışında dışarıda hiçbir öğün satın almadık, tüm yemeklerimizi ya tur şirketleri karşıladı ya da biz evde yaptık. Dışarıdan aldığımız tek yemek, merkez caddede küçük bir kulübeden satın alınabilen sosisliler. Kulübenin yanında oturmak için banklar var ve ortasında kazan gibi bir cisim içinde ateş yakılmış. Burası Trip Advisor’da çok iyi puanlama alan bir yer. Burak burada geyik eti sosislisi yedi, tadının normal sosisliden bir farkı olmadığını söyledi.
Glutene alerjisi olanlar ve veganlar için pek çok opsiyon mevcut şehirde. Tur şirketleri de bu konuda çok hassas, restoranlarda da glutensiz opsiyonlar olduğunu okumuştum. Bu sebeple sıkı diyet kuralları uygulayanların burada aç kalma endişesi taşımasına hiç gerek yok. Biz son akşam için Kiwi isimli süpermarketten bir önceki gece yediğimiz geyik etinden almak istedik ancak kapalı olduğundan Joker isimli nöbetçi marketi bulduk ve buradan et ve sebze aldık. Marketlerde de yine hazır çorba gibi pek çok glutensiz opsiyon mevcut.
Mevcut ekonomik şartlarda bu tarz bir seyahat çok ütopik görünebilir ancak biz beklediğimizden çok daha az harcama yaptık ve “keşke bunu da yapsaydık” dediğimiz hiçbir şey olmadı. Tabii ki ışıkları göremedikçe ekstra tur satın alma ihtimali bu seyahatin masrafını ciddi anlamda 3’e katlayabilir. Işıklar söylenildiği gibi şans meselesi, ancak her ne olursa olsun bu coğrafya şimdiye dek gördüğüm en büyüleyici güzelliğe sahip.
hazal hanım 57 yaşında erkeğim, şiddetli şekilde geniz akıntısı ve vücudumda egzamalar var, burun tıkanıklığım var iliadin sıktığım halde açılmıyor gitmediğim doktor kalmadı bilmiyorum doğrumu tükürük testi yaptım ve kendi araştırmalarıma göre CANDİDA var.
Probiyotik hangi marka ve kaç milyar içeyim.ben günde 5 milyarX5.veya 6 kapsül içiyorum
EV YAPIMI ELMA SİRKESİ KULLANABİLİRMİYİm,
GÜNDE SABAH BİR AKŞAM BŞR BARDAK ÇAY İÇEBİLİRMİYİM
biorezonansa gittim süt ürünlerini yasakladı, zaten ben 6 aydır peynir ve yoğurt yemiyordum sadece ev yapımı kefir kulanıyordum onuda içme dedi (biorezonans fayda etmedi bıraktım ) günde iki yemek kaşığı hindistan cevizi yağı , kekik çayı ve limonlu su içiyorum,
çok yoruldum akıntı yüzünden nefes alamıyorum, beyaz bir akıntı ve gece uyanıyorum ağzımın içi köpük köpük boğazlarım kuru ve akıntı yapışmış, yumuşak damak ve boğazlarım tahriş olmuş durumda.
yazınızı okudum çok güzel yazmışsın doktorlar hiç anlamıyorlar ve başka doktorla yönlendirme yapıyorlar
bana başka tavsiyeleriniz varmı
saygılarımla Email adresiniz olsa akıntı ve ağızmdaki beyaz köpükleri size yollayarak görüşünüzü almak isterim
sağlıklı yaşamlar dilerim
saygılarımla,
Merhaba Halil Bey, yorumunuz için teşekkür ederim. Öncelikle maddi durumunuz el veriyorsa güvenilir bir fitoterapiste görünebilirsiniz. Eğer bu konuda sizi yönlendirecek bir fitoterapist bulamazsanız, benim yaptığım gibi kaçamaksız, sıkı bir diyetle 6 ay kadar semptomlarınızı gözlemlemeniz, sorununuzun kaynağını belirlemede etkili olacaktır. Semptomlarınız azalırsa ve kendinizi daha iyi hissederseniz diyetinize devam edersiniz.
Ben de ev yapımı elma sirkesi kullanıyorum ve çok faydası olduğuna inanıyorum. Çay ve kahve gibi içecekler yasak normalde, bu içecekler bana hala dokunuyor. Siz yine başta sıkı bir diyet yapıp, 6 ayın sonunda semptomlarınızı gözlemleyerek neyi yiyip içmemeniz konusuna karar verebilirsiniz. Ben sabah kahvaltılarımda limon dilimli yeşil çay içiyorum. Antioksidan özelliğinden dolayı candida toksinlerini atmada etkili olduğunu biliyorum. Çarpıntı yapmazsa siz de normal çay yerine yeşil çay tüketebilirsiniz.
Şu an günde 10 milyarlık probiyotik alıyorum. 25 milyarlık olanı da, 100 milyarlık olanı da kullandım. Markasına göre değişiyor. Sıcak yiyeceklerle ve içeceklerle almamaya çalışıyorum.
Hindistan cevizi yağı doymuş yağ olduğundan kontrollü tüketmenizi tavsiye ederim, kolesterol problemi yaşatabilir.
Kekik çayı ben de her gün içiyorum. Buna ek olarak, tansiyon probleminiz yoksa, her gün Taşköprü sarımsağı tüketebilirsiniz. Çok faydasını göreceğinize eminim.
Son olarak kan şekerinizde bir problem var mı bu konuyla ilgili tüm testleri yaptırmanızı öneririm.
Sevgiler