
Geçtiğimiz hafta sonu yıl dönümümüz olması sebebiyle şehir dışına çıkma kararımız sonucunda rotamızı, uzun zamandır gitmek istediğimiz İğneada olarak belirledik. Bildiğiniz gibi yeme biçimimden ötürü mutfaksız bir tatil düşünemediğimden Airbnb, olmazsa olmazım. Tesadüfi bir şekilde tam anlamıyla doğanın kalbinde yer alan, beklentilerimizi fazlasıyla karşılayacak bir konaklama yeri bulur bulmaz ulaşım planımızı da yapıp yola koyulduk.
İstanbul’dan İğneada’ya varış yaklaşık 4 saat sürüyor. Cuma akşamı çıkış yaptık ve akşam 22.30’da vardığımız yer; iki gün boyunca bizi resmen büyüleyen, yeşilliğin ve uçsuz bucaksız tarlaların ortasındaki tek yerleşim yeri olan, Limanköy’de Masal Ev adındaki küçük kulübeydi.
Limanköy’de Konaklama
Böyle yerlerde kafa dinlemeye ne kadar hayran olduğum gerçeği bir yana; bu kadar da izole, bu kadar sakin, rüzgarın ve yeşilliklerin sesinden başka hiçbir şey duymadığım bir yer olmasını hiç beklemiyordum. Kulübenin önünde organik bir tarla mevcut. Bu kulübenin ev sahipleri ise çevre bilincine sahip, minimum su, elektrik ve market ürünü kullanımına kendilerini adamış, yaşam tarzlarıyla ilham veren bir çift. Onları tanımak da bizim için bir ayrı güzeldi.
Limanköy’de Bir Sahil

Masal Ev’den 15 dakika yürüme mesafesinde ufak bir sahil var ve bu sahile resmen inişli çıkışlı bir doğa yürüyüşünün ardından, ormanlık alanın sonunda ulaşılabiliyor. Sahilde kimse yok, çünkü zaten yakın civarda konakladığımız yerden başka bir yerleşim yeri görmedim. Resmen saklı cennet. Bu bölgenin bakir kalmış güzelliğini mümkün olduğunca fotoğraflamaya çalıştık, ama deneyimlemek bambaşka. Böylesine güzel bir yeri keşfettiğimiz için çok şanslı saydık kendimizi.
Hava rüzgarlı olduğunda Karadeniz’de yüzmek yasak ve denize girişler jandarmalarca kontrol ediliyor. Bu bahsettiğim sahilde yüzseydik de biri bizi görür müydü bilmiyorum, çünkü öylesine kuytu ve sakin bir yerdi. Biz sahilin ve doğanın güzelliğini biraz dinledikten sonra meşhur Longoz Ormanları’nda kano binişi yapmak üzere yola çıktık.
Longoz Ormanları, Mert Gölü ve Kano Turu
Kano etkinliği Mert Gölü’nde yapılıyor. Sahilden açıldıktan sonra ormanlara doğru 1.5 saatlik kano sürüşü sağlayıp geri dönebiliyorsunuz. Bu kano etkinliği İğneada dendiğinde akla ilk gelenlerden, ancak bu konuyla ilgili gerçekçi fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle biz bu etkinliği tamamlayamadan döndük, rüzgarın azizliğine uğrayıp tam sürüş sağlayamadık. Ancak sosyal medyada paylaşılan o büyüleyici kano sürüşü fotoğraflarının aksine gördüğüm kadarıyla su, bir hayli kumlu ve hatta adeta balçık. Bu da kano sürüşünü “bana göre” daha stresli hale getiriyor. Devrilme durumunda berrak bir suya düşülmeyeceği gerçeği, pek de iç açıcı değil. Kano sürüşü konusunda deneyimli biri olarak Karadeniz rüzgarında ne yazık ki sağlıklı bir sürüş sağlayamadık ve aynı zamanda bu suda rüzgarın etkisiyle devrilmekten bir hayli korktum, bu sebeple sazlıkların ilerisinden geri dönerek bu etkinlikten vazgeçtik.
Düşme konusu tamamen benim kişisel endişem. Normalde böyle bir şey olma ihtimali oldukça düşükmüş. Gitmişken bu etkinliği yapmak isteyenler için aynı zamanda can yeleği de veriliyor. Ancak ben, bu etkinlik yerine vaktimi Longoz Ormanları’nda bir doğa turuna ayırmadığım için açıkçası biraz pişman oldum.

Kanoya biniş yapılacak bölgeye gelir gelmez sizi Vagon Cafe karşılıyor. Bu mekan rengarenk dekorasyonuyla bir hayli ilgi çekici gelirken ben, hemen solundaki Doğa Cafe’de oturmanızı tavsiye ederim. Çünkü özellikle bu virüs döneminde orası hem daha sakin, hem herkes tarafından tercih edilmediğinden daha hijyenik, hem de içerisinde çok tatlı bir hanım tarafından tasarlanan, deniz kenarından toplanan birtakım doğal maddeler bir araya getirilerek yapılmış çeşitli eşyalar satılıyor. Mumluk, çanta, kapı süsü gibi pek çok güzel şey. Üstelik oldukça uygun fiyatlı ve her bir üründen bir tane var. Benim nezdimde böyle el yapımı ürünler çok değerli, bu yüzden hediyelikleri buradan aldım.
Bulgaristan Sınırında: Beğendik Köyü

Kano planlarımız suya düşünce rotayı Bulgaristan’a kapı komşusu olan Beğendik Köyü’ne çevirdik. Bu köy, İğneada’ya araçla yarım saat uzaklıkta. Beğendik Köyü hiçbir turistik tarafı olmayan bir bölge. Bu bölgenin en güzel tarafları Bulgaristan sınırına kadar gidebilmeniz ve hırçın dalgalara ev sahipliği yapan, kimsesiz, uçsuz bucaksız sahili.
Sahiline vardıktan sonra tellerle çevrili Bulgaristan sınırına kadar bir 20 dakikalık sahil yürüyüşü yapabilirsiniz. Böylesine hırçın dalgalar hayatımda hiç görmemiştim. Öyle ki kumları alabildiğine iten dalgalar yüzünden yürüyüş yaptığımız kumsalın bir bölümü deniz seviyesinden 1, 1.5 metre daha yüksekti!
Ayak bileği ameliyatımdan beri bilek kısıtım bir nebze devam ettiği için çıplak ayakla kum yürüyüşü ayağımı zorluyor, ancak hareket açıklığı sağladığından iyi de geliyor. Ben de Bulgaristan sınırına kadar terliklerimi çıkartıp yürüdüm, dalgaların sesi, rüzgarın serinliği, hafif ısıtan güneş… Böyle anlar işte.
Türkiye sınırları içerisindeki kumsalın sonuna geldiğimde, hayatımda ilk kez yaya olarak bir ülkenin sınırındaydım. 100 metre ötem başka bir ülkeydi, oranın sahili, oranın evleri haliyle görüş açımızdaydı. Bu da benim için ilginç bir deneyim oldu. Bence bu tarz etkinlikler özellikle corona döneminde yapılabilecek en iyi, en keyifli şeyler. İnsana gerçekten çok iyi geliyor, tazeliyor; hayatın bambaşka bir tarafını birazcık soluyup kendi yaşantınıza döndüğünüzde bir başka hissediyorsunuz.
Kayan Yıldızlar ve Samanyolu Manzaralı Bir Akşam: Yıldızları Kadraja Almak

Kulübeye döndüğümüzde saat çok geçti. Konakladığımız bölge, sokak lambası ve başka bir yerleşim yeri olmamasından ötürü zifiri karanlık. Gökyüzü cam gibi, milyonlarca yıldız, pek çok kayan yıldız gördük. Telefon kamerasıyla Samanyolu manzarası bile çektik!
Böylesine zifiri karanlık bir bölgedeyseniz yıldızları kamerayla yakalamak mümkün. Huawei Mate 20 Pro kullanıyorum ben, çekimleri bu telefonun pro moduyla yaptık. Herhangi bir akıllı telefonun özel ayarlarıyla da aynı kareleri yakalamak mümkün. ISO’yu 3000’e enstantane (S) değerini 0/20’ye çektik. Eğer kadrajın bir kenarında silüet olarak çıkmak istiyorsanız bu ayar 20 saniye nefes almaksızın kıpırdamamayı gerektirecek, çünkü kamera yıldızları yakalamak için 20 saniye boyunca uzun pozlama çekim yapıyor. Tripodumuz yoktu, biz de plaj terliklerimin olduğu poşeti yere koyduk, telefonu da poşetin kenarına hafif dik bir şekilde yerleştirdik. Zamanlayıcı hazırladık, telefonu yerleştirdikten sonra çekim tuşuna bastık ve poz vererek bekledik. Akşam serinliğinde sivrisinek ısırıkları eşliğinde en iyi kareyi yakalamak için bir hayli uğraşsak da sonrasında ortaya çıkan kareler rüya gibiydi!
Fransız Feneri

Pazar günü dönmeden hemen önce görebileceğimiz yerler listesinde bulunan Fransız Feneri’ne uğradık. Bu bölgede 1866 yılında Fransızlar tarafından inşa edilmiş tarihi Fransız Feneri ve ona eşlik eden güzel bir Karadeniz manzarası mevcut. Yapı, bana göre tarihi değerinden başka bir özelliğe sahip değil ve hatta ne yazık ki üzerinde sprey yazılar var. İçerisi de turizme kapalı. Yine de fener, gitmişken şöyle bir bakmak isteyenler için İğneada merkeze sadece 4 kilometre uzaklıkta.
Dupnisa Mağaraları, Demirköy

İstanbul’a dönüş yolumuzda uğradığımız Dupnisa Mağaraları, bu hafta sonu yolculuğumuzun son durağıydı. Dupnisa Mağaraları; yaklaşık dört milyon yıldan beri oluşum ve gelişimini sürdüren büyük bir yer altı sistemi olarak biliniyor. Bol virajlı ancak etraftaki yeşillikten ötürü keyifli diyebileceğimiz, 1.5 saatlik bir yolculuğun ardından vardık bu bölgeye. Mağaraya girişten önce köy halkı tarafından açılmış çeşitli stantlar mevcut, buradan köy ürünleri ve takı bakabilirsiniz. Mağaraya giriş ise kişi başı 15 TL. Mağaranın içerisi oldukça serin, bu sebeple hırka veya bir şal iyi olabilir. İçeride 10-15 dakikalık bir yürüyüş yaptık, yer yer merdivenler var, sarkıtların arasından ilerliyorsunuz. Güzel bir doğa oluşumu özetle, beklediğimden kalabalık olmasa daha da iyi olabilirdi. Bu bölgeye gidilmişken mutlaka görülmeli.
Trakya ve Ayçiçek Tarlaları

Eve dönüş yolumuzda heyecanla beklediğim bir şey daha vardı ki o da ayçiçek tarlaları! Normalde Vize üzerinden dönüş daha yakın olsa da biz Pınarhisar tarafından Lüleburgaz yoluna dönerek ayçiçek tarlası aşkına rotamızı biraz uzattık. Gel gelelim Eylül başı ayçiçeklerin hasat zamanı olduğundan bütün tarlalarda ayçiçekleri hasat edilmişti…
Umudumu yitirmiş halde yolumuza devam ederken, yolun sağında hasat edilmemiş bir tarla gördük, hemen aracı kenara çektik, tarla sahibinin de izniyle ayçiçeklerin arasında fotoğraflar çektik. Gerçekten çok tatlılar, insanı mutlu ediyorlar resmen. Hasat edilmemiş son ayçiçek tarlasını da bulduğuma göre bu güzel hafta sonunu bitirmeye artık hazırdım.
Bu hafta sonu, yıl dönümü hatırına yaptığımız tüm güzel şeyler bir yana doğanın kalbindeki küçük bir kulübede konaklamak, bu yolculuğu çok yenileyici ve dinlendirici bir seyahate dönüştürdü. Gezi bağımlısı bense hafta sonu için buna benzer başka neler yapabiliriz diye araştırmalarıma devam ediyorum 🙂 Normalde şehir dışı için hep Ağva ve Sapanca tarafları düşünülür, ancak buralar henüz tam anlamıyla keşfedilmemiş ve aslında keşfedilmediği için de güzelliğini koruyan özel yerlerden. İki gün bana hep kısa geldiğinden hafta sonu planlarına sıcak bakmadığım halde bu iki gün, bir haftalık tatil kadar dinlendiriciydi benim için.